KaRDeLeN - SES NEDİR ? SESİN TANIMI
|
|
|
|
|
Ses, dalga hareketi yapan bir enerji biçimidir. Titreşen cismin denge durumundan ayrılıp bir tam titreşim yapmasına ;"dalga", bir saniye içinde oluşan dalga sayısına ise ; "frekans" denir. Bir ses dalgasının uzaydaki şiddeti; dalga doğrultusuna dik 1 cm2'lik bir alandan bir saniyede geçen "enerji" olarak tanımlanır.
Bir ses, çok zayıf olduğu zaman duyulamadığı gibi çok kuvvetli olduğunda da duyulamaz fakat acı verir. 130 desibelin üstündeki sesler kulağımızda böyle bir etki yapar.
Doğada basit bir ses yoktur. Titreşen sistemlerin çıkardığı sesler, basit seslerden oluşmuş bileşik seslerdir. Bileşik sesler de birbirleriyle birleşerek çok daha karışık yapıda sesleri oluştururlar. Böyle bir sesi, örneğin dağdan yuvarlanan bir kayanın sesini basit seslere ayırıp sonra birleştirerek tekrar oluşturmak mümkündür. Günümüzdeki elektronik ses aygıtlarının yaptığı da bir anlamda budur; basit sesleri birleştirerek yeni sesler yeni tınılar üretmek..
Ses, hava sesi ve katı cisimlerin içindeki yayılımı anlatan darbe sesi olarak iki bölümde incelenebilir. Yani sesin bize ulaşabilmesi için titreşimi aktaran bir ortama ihtiyaç vardır. Dolayısı ile havasız bir ortamda ses iletilemez. Örneğin; havası alınmış bir cam fanusun içinde çalan zili duyamayız. Bu durumda ses "enerji olarak var" fakat titreşimi kulağımıza ulaştıran bir madde olmadığından algılarımıza göre yoktur.
Aynı frekansla titreşen sistemler birbirlerinden çok farklı yapıda bile olsalar kulak üzerinde aynı etkiyi yaparlar. Örneğin 440 frekansta titreşen bir müzik çatalı ( diyapozon) ile aynı frekansta titreşen gergin bir tel ve dönerken dişleri saniyede 440 kez oduna vuran bir testere aynı sesleri üretir. Sesin en önemli özelliği olan frekans ve çeşitli frekansların arasındaki ilişkiler, müziğin temel kurgusunu oluşturur. Frekans büyüdükçe "tiz" yani ince sesler, düştükçe "pes" yani kalın sesler elde edilir.
Herhangi bir ses üreten cisme kuvvetli ya da hafif vurmakla yani onu hareket ettirmek için verilen enerji miktarını değiştirmekle sesin frekansı değişmez. Değişen sadece "genlik" dediğimiz salınım sırasında uç noktalar arasındaki uzaklıktır. Bu sırada değişen, sadece sesin şiddetidir. Yani cisimde fiziksel bir değişiklik olmadığı sürece frekansında değişiklik olmaz. Ama örneğin bir ses çatalının kollarını biraz uzattığımızda frekansın yani çıkardığı sesin hemen değiştiğini görürüz.
İnsan kulağı, ortalama olarak titreşimi yani frekansı 20 ile 20.000 arasında olan sesleri duyabilir. Bu aralıkta yaklaşık 20.000 ayrı sesin olduğunu düşünebiliriz. Fakat seslerin kullanılanları hiçbir zaman bu sayıya ulaşmamaktadır. Kulağımızın en iyi duyabildiği sesler, frekansı 3000 dolayında olanlardır. Çok zayıf titreşimler işitilemez ve fizik etki uyandırmazlar. Çok yüksek titreşimler de işitilemezler fakat beyinde acı hissi uyandırırlar.
İşitilebilen seslerin tümü genel dizilere girmediği gibi genel dizilerdeki seslerin tümü de aynı müzik yapıtında kullanılmamaktadır. Genellikle bir ulusun bir bölgenin ya da ırkın kullandığı seslerin bütününe genel dizi, oradan seçilerek oluşturulan ses gruplarına da özel dizi adı verilir.
Doğada, bir ses çatalında olduğu gibi basit sesler yoktur. Titreşen sistemlerin çıkardığı sesler, selen dediğimiz basit seslerden oluşmuş bileşik, armonik seslerdir. Armonikler ana sesin yarısı, üçte biri, dörtte biri, beşte biri dalga boyunda yani frekansları ana sesin; iki, üç, dört, beş misli olan seslerdir. Biz bu sırada dalga boyu en büyük olan, yani en güçlü basit sesi duyarız. Hassas bir kulak ve zihinsel alıcılar ise armonikleri algılar.
SESİN HAREKETİ VE AKUSTİK
Binalarda sesin iyi işitilebilmesi için ^ kullanılan tekniklerin bütününe "akustik" denir. Kelime anlamı ; "sese değgin" ya da "işitmelik" dir..vi
Dalga doğrultusundaki sesin sürati, hava olan ortamlarda saniyede yaklaşık 341 metredir. Ses homojen bir ortamda doğru boyunca fakat küresel dalgalar halinde yayılır. Ses yayılırken bir ayırıcıya çarptığında, örneğin bu ayracın üzerinde bir anahtar deliği varsa merkezi bu delik olan dalgalar halinde yayılmaya devam eder. Deliğin çapı sesin dalga boyundan büyükse hiç kırılma olmaz. Alçak frekanslı sesler köşeleri döner ve yayılmaya devam ederler. Fakat yüksek frekanslarda bu engellerin arkasında ses gölgeleri oluşur. Gürültülü kara yollarında yapılan engeller bu yüzden yüksek frekanslarda daha başarılı olur.
Ses dalgası bir cisme çarptığında yansır. Bu yansıma kanunları ışığın aynısıdır. Yani yansıma açısı geliş açısına daima eşittir. Dolayısı ile oluşan açının açı ortayı o noktada yüzeye diktir. Aynı seste olduğu gibi dışbükey yüzeyler sesi dağıtır, içbükey yüzeyler ise sesi toplar, odaklar.
Yansıma kanunlarına göre tıpkı ışıkta olduğu gibi yansıtıcı yüzeyin arkasında, ses kaynağının yüzeye uzaklığına eşit bir uzaklıkta akustik bir hayal meydana geldiği ve sesin buradan yayıldığı kabul edilerek akustik hesaplar yapılır. Kapalı bir mekanda sesin yayılım biçimi ancak bu akustik hayaller aracılığı ile hesaplanabilir.
Ses bir mekandan diğerine ancak aşağıdaki yollardan geçebilir :
1-Aradaki bölmede açılmış boşluklardan
2-Bölmenin gözeneklerinden
3-Bölmenin diyafram hareketinden
4-Kütlenin titreşimi ile
Mekanlarda akustik tedbirler konusuna daha detaylı olarak ve şemalar eşliğinde girilmesi gerektiğini düşünüyorum. O çalışmayı ileri bir tarihe erteleyerek bu yazı içinde; sesin temel davranışlarını incelemeye devam edelim.
İYİ İŞİTME İÇİN MİMARİ ÖNLEMLER
Yapı içinde konuşmanın ya da müziğin anlaşılabilir olması ve iyi bir kalitede işitilmesini sağlamak için bazı önlemlere başvurmak, mimari planlamada ve yapısal anlamda araştırmalar yapmak gerekmektedir.
Bunun için yapılması gerekenleri aşağıda özetlemeye çalışacağım. Detaylı açıklamaları yukarıda sözünü ettiğim çalışmaya saklamak üzere, dikkat edilmesi gerekenler özetle şunlardır :
1-Çevresel faktörleri göz önüne alarak doğru yer seçimi,
2-Sirkülasyon alanlarının ana mekanlar ile doğru ilişkilendirilmesi ve rezonans uyumlarının araştırılması,
3-Döşeme, tavan ve duvarlarda seçilen malzeme ve sistemlerin gürültü oluşturucu ve iletici olmamasının sağlanması.
4-Gerektiğinde, darbe sesi ve hava sesine karşı askılı yüzey, elastik veya yüzer döşeme ve dilatasyonlu inşaat sistemleri kullanılması,
5-Ses emici malzemelerin seçimi ve uygulanması,
6-Dış gürültünün izolasyonu,
7-Mekan için gerekli rezonans karakteristiğinin belirlenmesi,
8-Gerekli ses yüksekliğinin belirlenmesi ve korunması,
9-Ve bütün bunlara bağlı olarak mekan formunun düzgün bir ses dağılımı sağlayacak şekilde belirlenmesi önem taşır.
SES VE İNSAN
SESİ ÜRETMEK
İnsan sesi, belli bir basınçla akciğerden gelen havanın "vibratör=titreştiren" denilen gırtlaktaki ses tellerini titreştirmesi ile oluşur. Bu titreşim sırasında tahmin edileceği gibi, bir enerji açığa çıkar. Bu sese farklı karakteristik özellikleri kazandıran; ses tellerinden burun ve dudaklara kadar uzanan ağız ve burun boşluğu ile sinüslerdir. Tüm göğüs boşluğunu kapsayan bu gruba "rezonatör=titreşen" denir. Bu sistem aynı zamanda, insan sesi için bir yükselteç görevi görür.
Kalın seslerde göğüs boşluğu, ince seslerde ise kafadaki rezonans boşlukları titreşir. İyi bir ses eğitiminden geçmiş kişiler bu bölgeleri ustalıkla kullanırlar.
Oluşan sesi biçimlendiren, renklendiren, harflerin oluşmasına neden olan ise;"artiküle=mafsal,eklem" organları denen ; dil, alt çene, dişler ve damaktır. Bu organlar farklı hareketler yapar. Çıkan sesin önünde engeller oluşturarak, basıncını değiştirerek, sızdırarak, bazen de sesi patlatarak konuşma ve şarkı sesinin çeşitli tonlamaları ile, sesli ve sessiz harfleri oluşturur.
SESİ İŞİTMEK
"Sesleri duymamızı sağlayan kulağımız aynı zamanda bir denge organıdır.. Kulağa gelen sesler dışkulak kepçesi ile toplanıp kulak yolundan geçerek kulak zarına çarpar ve kulak kemikleri yoluyla titreşimlere dönüştürülür. Bu kemikler dış kulaktaki titreşimin basınç ve genliğini ayarlayarak iç kulakta bulunan sıvıya aktarır. Bu titreşimler koklea denilen salyangoza benzeyen bölümdeki milyonlarca mikroskopik uzantı ile beyin tarafından yorumlanacak elektriksel sinir uyarılarına dönüştürülür.'""
Bu arada kulağımızın, gözümüzde olmayan bir özelliği ilgi çekicidir. İnsan gözü "elektrik yüklü titreşimlerden oluşan" elektromanyetik ışımalara duyarlıdır. Fakat gözümüz bu dalgaların yani elektromanyetik ışıma dünyasının ancak % 2 sini görebilir. Kulağımız ise "madde titreşimlerinden oluşan" dalgaların % 30 kadarını duymamızı sağlar. Göz gördüğü ışımaya bir şey eklemezken, kulağımız kendisine gelen dalgalara yeni dalgalar ekler ve onları değiştirir. Böylece beynimiz, gelen seslerden farklı sesleri algılar. Bunun nedeni kulak zarımızın simetrik olmayan yapısıdır. Homojen ve dengeli bir titreşim sergilemeyen zar, basit bir sese, doğal olarak o sesle birlikte bulunması gereken ikinci, üçüncü selenleri yani armonikleri de ekler. Bu yüzden kulak zarının asimetrik oluşumunu bir kusur değil, doğanın bir hediyesi olarak kabul etmek daha doğru olur.
Ses olmasaydı kulaklarımız olur muydu ?. Ya da kulaklarımız olmasaydı ses diye bir şey olur muydu ?.. Biraz tavuk ve yumurta ikilemine benziyor galiba !.. Önceliğin seste olduğunu söylemek mümkün. Çünkü kulaklarımızın duyamadığı fakat ses olarak kabul edilen geniş bir frekans aralığı var. Biz insan olarak bunun ancak % 30'u ile yetiniyoruz.
"İnsan kulağı, frekansı 20 ile 20.000 arasındaki sesleri duyabilir demiştik. Oysa varolduğu bilinen ses aralığı-100, yani yüz saniyede bir titreşimden başlayıp saniyede 10.000.000 titreşimi aşan bir genişliktedir.
Bu arada, kulağımızın marifetini küçümsememek için bir iki karşılaştırma ile duyabildiğimiz sesi ölçeklendirelim dilerseniz. Atmosferdekinin on milyarda biri kadar olan bir basınç, milimetrenin milyarda biri kadar yer değiştirebiliyor ve bunu saniyede 3000 kez tekrarlayabiliyorsa biz bunu ses olarak duyabilmekteyiz."viii
Havada bir enerji dalgası olarak yayılan ses bedenimizde elektriksel uyarılara dönmekte ve beynimiz onu duymaktadır. Günümüzde bazı bilgisayarlar aynı yöntemle ses dalgalarını elektriksel sinyallere çevirmekte ve analiz ederek tanımlayabilmektedir. Ses komutu ile çalışan bilgisayarlar ve açılan ev kapıları bu teknolojinin ürünleridir.
SESİN ŞİDDETİ VE FREKANSI
Sesin formülüne girmeden, mimari açıdan bizi hayli ilgilendiren şiddet ve frekansa değinmekte yarar var.
"Frekans bir sesin ne kadar tiz ya da pes olduğunu belirler. Bir noktadan bir saniyede geçen dalga sayısına frekans denir. Örneğin bir civcivin sesinde, aynı aralıktaki dalga sayısı bir kurbağanın sesine göre çok daha fazladır. Dolayısı ile civcivin sesini kurbağaya göre tiz yani daha ince kabul ederiz.
Desibel ile ölçülen şiddet ya da gürlük ise bu dalgaların yüksekliği ile tanımlanır. Bir gürültünün dalga yüksekliği, yere düşen bir iğnenin çıkardığı sese göre çok daha fazladır.
İnsan kulağının duyduğu en düşük sesi "0" desibel olarak kabul ederiz. kalın bir kar tabakasının üzerine tekrar kar yağarken, ses emici yüzeyin ve ses dalgalarını emen kar tanelerinin yarattığı sessizliği başka bir gürültü kaynağı yoksa 0 desibele örnek gösterebiliriz.
İçinde canlı olmayan bir odayı 10 db, yaprak hışırtısını 20 db, fısıltılı bir konuşmayı 30 db, alçak sesle konuşmayı 50 desibele örnek gösterebiliriz. Ki bu seviye, kendimizi huzurlu hissedebildiğimiz tavan şiddeti belirler. 55-60 desibelden sonra,özel nedenler ve beklentiler dışında rahatsızlık başlar. Örneğin sesi açık bir televizyon 70 desibellik gürültü oluşturabilir. Polis düdüğü 80 db, kamyon gürültüsü 90 db, istasyona yaklaşan bir tren ya da metro aracı 100 db, Bir motorlu testere ya da gök gürültüsü 110 db, Yüksek sesle çalınan bir müzik ya da müzik seti ise 120 desibellik bir şiddet yaratabilmektedir. Ki bu şiddet üst hissetme eşiği sayılır. 140 desibeli ise, 30 metre uzaklıktaki bir jet motoru gürültüsü olarak tarif edebiliriz."" Yaşam alanlarındaki sesin insan sağlığını etkilemeyen düzeyde kalabilmesi yani 0 ile 60 desibel arasında tutulabilmesi, mekan kurgusu ve seçilen malzemelerle yakın ilişkilidir.
SESİN FORMÜLÜ
Ses; kulağı ve kulak yolu ile beyni uyaran bir titreşimdir. Bu titreşimi sağlayan ise aşağıdaki formülde görüldüğü gibi, doğal ya da yapay yolla oluşan bir enerjidir. "Herhangi bir sönüme tabi olmayan, yani enerjisi sürekli olan, serbest titreşen bir cismin denklemi şöyledir:
X = genlik
Wd = doğal frekans
t = zaman
A,B = sınır şartlarına bağlı katsayılar ise
X = A Sin Wdt+B Cos Wdt dir.
Teorik olarak en basit titreşim denklemi olan bu formülde enerjinin olmazsa olmaz varlığı, enerji = kütle . hız dan hareketle enerji = genlik . doğal frekans . kütle eşitliğinde yerini bulur.
İşin içine sönüm ve gerginlik girdiğinde bu formül biraz daha karmaşıklaşır"." O yüzden burada ses mühendisliği sınırlarına tecavüz etmeden enerji ve mimarlık açısından, olabildiğince sadeleştirerek sesi incelemeye devam edeceğiz.
"Doğal frekans dediğimiz (Wd); her cismin, kütlesine ve geometrisine bağlı, max genlik veren rezonans frekansıdır. Örneğin bir gitar teli; kalınlığı, boyu ve özgül ağırlığına bağlı olarak belli bir frekansta tınlar.
Yani ses verir. Teli akort ederken yaptığımız, gererek boyunu değiştirmektir. Veya örneğin bir ney"in iç boru çapı, et kalınlığı, delik çapı, delikler arasındaki mesafe ve üflenen havanın yoğunluğuna bağlı olarak değişen bir rezonans frekansı vardır. O frekansta hava titreşir ve ney ses verir.. Bu sırada havayı titreştirmek için kullanılan enerji, doğal frekanslardaki uyarıları arttırır, diğer frekansları bastırır ve bu sebeple biz hakim frekansı duyarız.,x
ÜÇLER VE YEDİLER KANUNU
Evrenin , "üçler kanunu" denilen; etki, tepki ve etkisiz kılan kuvvet, ya da; pozitif ( + ), negatif ( - ), ve nötr parçacığın ilişkilerini düzenleyen "üç" kanunundan sonra gelen "yedi" ya da "oktavlar kanunu", seslerin oluşumu, aralıkları ve ilişkilerini açıklar. Fakat burada önemle üzerinde durmamız gereken şudur. "yediler kanunu" yani bir titreşimin iki misli değeri alana kadarki aralık değerlerini saptayan kanun yalnız sesin değil, ışıksal, ısısal, kimyasal, manyetik ve diğer titreşimlerin de oluşumunu ve gelişimi açıklar. Bu yüzden, evrenin ikinci temel kanunu diye adlandırılmaktadır.
Oktavlar kanununu anlayabilmek için tüm evrenin titreşimlerden meydana geldiğini bilmek gerekir.. Yedi tonlu müzik skalasının incelenmesi, kozmik oktavlar kanununun da anlaşılmasını kolaylaştırır.
Titreşim, (yol=a sin.Q t) olarak bilinen ünlü titreşim formülüne göre enerji olarak da tanımlanabilir. Böylece sadece kulağımıza gelen hoş ya da nahoş şeyler olarak tanımladığımız sesin aslında bir "titreşim enerjisi" olduğunu düşünmeye başlayabiliriz.
Klasik fizik, titreşimlerin "sürekli" bir biçimde yükseldiğini kabul etmiştir. Kadim (eski) Oktavlar kanunu ise hareketin "süreksiz" olduğunu vurgulamakta ve titreşim yükselmesinin üç farklı aralık ve 7 farklı durakta gerçekleştiğini söylemektedir. İlk "do" yu "1", ikinci "do"yu "2" kabul edersek aradaki notaların konumları aşağıdaki gibidir. Birinci Do= 1, Re = 9/8, Mi = 5/4, Fa = 4/3, Sol = 3/2, La = 5/3, Si = 15/8 ve İkinci Do = 2
Çok eski zamanlarda yedi tonlu müzik skalasının müziğe uyarlanabileceği keşfedilmiş sonra bu keşif unutulmuş ve daha sonra yeniden bulunmuş ya da hatırlanmıştır.
Bu konumda dizilen nota perdelerinin arasındaki farklara "enterval" denir. Bir sonraki ölçüyü bir öncekine bölerek bulabileceğimiz enterval büyüklükleri aşağıdaki gibidir.
Do-Re arası Re-Mi arası Mi-Fa arası Fa-Sol arası Sol-La arası La-Si arası Si-Do arası
Do-Re arası-----9/8:1 = 9/8
Re-Mi arası ----5/4:9/8 = 10/9
Mi-Fa arası ----4/3:5/4 = 16/15
Fa-Sol arası ---3/2:4/3 = 9/8
Sol-La arası ---5/3:3/2 = 10/9
La-Si arası ----15/8:5/3= 9/8
Si-Do arası-----2:15/8 = 16/15
Görüldüğü gibi, yedi notanın arasında sadece üç çeşit aralık vardır: 9/8, 10/9 ve 16/15 Bölme işlemini yapıp tam sayılara çevirirsek 405, 400 ve 384 rakamlarını buluruz. Mi-Fa ve Si-Do arasındaki en küçük entervaller, yükselen eğrinin gecikme ya da sapma yerleridir. Oktavlardan kozmik ya da mekanik olarak bahsedildiğinde sadece bu gecikme aralıklarına yani sadece 16/15'e ya da 384'e enterval adı verilir.
Teorik olarak küçük entervaller arasında "bir" ve diğerlerinde "iki" yarım ton varsayılarak 19 farklı ses elde edilir. Fakat batı müziği yedi temel sese 5 ara ses eklemiş ve 12 farklı sesle yetinmiştir.
Armonik oranlar, Doğan HASOL'unXii mimarlık sözlüğü ( s:49) da yazıldığı gibi, erken Rönesans mimarları arasında güzelliğin ve evrensel ahengin anahtarı olarak kabul edilmiştir. Bu sistem mimar PALLADİO™ tarafından hayli geliştirilmiştir.
Oktavlar kanunu tam olarak anlaşıldığında, yaşadığımız olayların ve bütün hayatın, gözlemleyebildiğimiz tüm evrenin ve giderek kozmik varoluşun kurgusuna ulaşabiliriz diyor ünlü Rus düşünürü GURDJİEFF.Xiv Onun en ünlü öğrencisi P.D. OUSPENSKY'de bize aktarıyor..
Böylece doğada niçin düz çizgi bulunmadığını, niçin bazı şeyleri yapmaya muktedir olamadığımızı, niçin bazı olayların beklediğimize göre tam zıt yönde hareket ettiğini de anlayabiliriz diye ilave ediyor. Çünkü gecikme entervallerinde düz giden doğru sapmakta ve bu sapmalar bir süre sonra başlangıçta yola çıktığımız istikametin tam zıt yönünde ilerlememize neden olmaktadır. Bu gidişin sonunda tam bir tur tamamlayarak başladığımız yere geldiğimizi fark ettiğimizde ise hiç şaşırmamamız gerektiğini de böylece anlıyoruz diyor GURDJİEFF..
Varoluşun kurgusunu oktavlar kanunu ile açıklayabildiğimizde, evrende hiçbir şeyin aynı yerde durmadığını ya da olduğu gibi kalmadığını, her şeyin hareket halinde olup bir istikamete doğru ilerlediğini, fakat bu değişimin bazen gelişme bazen de geriye dönüş biçiminde olduğunu gayet iyi anlayabiliyoruz.
Doğal bir matematik olarak kabul edilen ünlü altın orandan tarih boyunca etkilenmiş olan mimarlık, varoluşun kurgusunu temsil eden oktavlar kanunundan da gerekli dersleri alacak, yepyeni ipuçları elde edecektir diye düşünüyorum.
MÜZİK VE MİMARLIK
Müzik insan yaşamına ne zaman ve nasıl girmiştir ? Bunu kimse kesinlikle bilemeyecektir belki de.. Ama bu girişin konuşmadan önce olduğunu düşünmek akla aykırı değildir. Mağaralarda yaşayan ilkel insanlar, müzik sesi verebilecek bazı ses kaynaklarını tanıyor olmalıdırlar. Örneğin esen rüzgarın bataklıktaki kırık kamışlarda çıkardığı sesi duymuş ve böyle bir kamışa kendisi üfleyerek ses çıkarmaya çalışmış olabilirler. Veya mağarada sevinç ya da üzüntülerini belirtmek için çıkardıkları sesler onlara ilk müzik duygusunu vermiş olabilir. Ya da daha sonraları gerilmiş bir kirişin çıkardığı sesler ilgilerini çekmiş olabilir. Bunların hangisinin daha etkin olduğunu belki hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Ama, müzik duygusunu verebilmek için frekansları farklı seslerin duyulması gerektiğini biliyoruz.
Herhangi bir sesi duyan ya da çıkaran ilkel insanın bunun ardından gelecek ya da onunla birlikte duyulacak ve hoşa giden bir duygu uyandıracak sesleri aramış olduğu ve bunu bir yolla elde etmiş olduğundan kuşku yoktur.
Burada müzik adına küçük bir açıklama yapalım; kulağımızın duyduğu seslerin tümünü müziğinde kullanan hiçbir ulus yoktur. Her ulus ya da kavim bu işitme bölgesinde kendine göre bazı seçimler yapmış ve o sesleri ya da ses dizilerini kullanmıştır. İki nota arasının, yani sekizlinin değişik biçimde ve sayıda bölünmelerinden oluşan genel diziler içinde klasik çok sesli müziğin kabulü on iki eşit aralıktan oluşan tanpere dediğimiz dizidir. Bizim müziğimiz ise eşit olmayan aralıklardan meydana gelen yirmi dörtlü bir dizi kullanmaktadır. Yapılan analizler bu dizinin doğal seslere ve dizilere çok daha uyumlu olduğunu göstermektedir. Bu sonucun ispatı niteliğinde şöyle bir deney yapılmıştır. Piyano gibi sabit aralıklı tanpere bir ses eşliği olmaksızın yapılan keman gibi eşiksiz sazların icralarında kemancıların eşit aralıklı diziyi değil doğal diziyi kullandığı görülmüştür. Serbest icra yapan insan sesi de aynı davranışı sergilemektedir.
Kişisel beğeni ile basitçe yapılan alaturka-alafranga ayrımının arkasındaki oluşumları bilmenin ve doğal bir mekan oluşturmaya çalışırken elimizdeki mimari enstrümanların olanaklarını kavramanın yararlı olacağını düşünüyorum.
Müzik deyince akla sadece bir konser salonu gelmemektedir artık. Günümüz mimarisinde, örneğin bir alışveriş merkezinin ya da bir otel lobisinin, lokantanın hatta büyük bir ofisin tamamlayıcı unsurlarından birisidir müzik. Müziğin arttırdığı verim düşünüldüğünde bir sanayi tesisinde bile kullanılması artık şaşırtmıyor bizi..
Onun, en uygun yerden ve kaynaklardan, mekanı tamamlayacak biçimde verilmesi aranan bir koşuldur. Bir başka deyişle o mekanlarda yaşam, müziksiz düşünülemez olmuştur artık. Peki bu düzenlemenin sorumlusu, brüt beton bıraktığımız yüzeye alçı sıva çeken, ahşap kapladığımız yüzeye duvar kağıdını uygun gören dekoratör kolaylığında, sadece kullandığı hoparlörü ve onun için gerekli kabloyu tanıyan elektrikçi midir ?..
Burada müzik, mekan kurgusunun bir elemanıdır artık. Gece olduğunda ışığın farklı konumu ve şiddeti nasıl mekanı çok farklı biçimlerde algılatabiliyor ve yaşatabiliyorsa, sesin varlığı, biçimi, tarzı, yayın koşulu, seviyesi ve zamanlaması gibi faktörler de aynı şekilde mekanın algılanma biçimini etkilemektedir.
SES VE SAĞLIK
Eski medrese tarzı hastanelerimizin müzikle tedavi ünitelerinde, müziğin kullanım biçimi ve makamı insan sağlığını ve iyileşmeyi doğrudan etkilemekteydi. Günümüz tıbbının da artık kabul ettiği bu gerçeğin ardında, mekan ile müziğin müzik ile zihnin başarılı uyumu yatmaktadır..
Suyun iç ve dış mekandaki varlığını sadece görsel tatmin ya da biyolojik etken olarak düşünmemek gerekir. Suyun ses oluşturan özelliğinin de mekana ve insana katkısını varsaymalı ve denetlemeliyiz. Eğer biz mekanın sorumlusu isek orada oluşacak tüm seslerin ve giderek müziğin de vebalini bir ölçüde üstlenmeliyiz gibi geliyor, ne dersiniz ?...
Tüm seslerin ve organize ses diyebileceğimiz müziğin insan sağlığını etkilediği yeni bir düşünce değildir. Eski Yunanlılar, Persler ve İbraniler müziği tedavi amacı ile sistematik bir şekilde kullanmışlardır. 20. yüzyıl başlarında tıp biliminin ilaç ve ameliyat ağırlıklı gelişimine odaklanan insanlar, yüzyıl sonlarına doğru klasik yöntemlerin birçok konuda çaresizliğini itiraf etmesinin ardından alternatif arayışlara yeniden yönelmişlerdir. Son 30 yıldır ses-sağlık ilişkisi bilimsel araştırmaların önemli bir konusu olmuştur.
Müziğin, insan fizyolojisi ve psikolojisi üzerinde önemli değişime neden olurken, bitkilerin gelişimini de olumlu yönde etkilediği anlaşılmıştır. Sesin yapısına ve müzik türüne bağlı olarak metabolik değişimle ilgili iç salgılarda, kas enerjisinde ve solunum hızında artma ve azalmalar tespit edilmiştir. Bu arada cildin elektriksel iletkenliği ve göz bebeği büyüklüğünde müziğe bağlı farklı etkiler saptanmıştır. Müziğin ağrı kesici ve sakinleştirici gereksinimini % 30 azalttığı, doğum süresini kısalttığı da artık tıp biliminin deneysel sonuçlarıdır.
Peki bütün bu değişimlerin fizyolojik nedeni ve teorik kurgusu nasıl açıklanabilir ?.. Hücrelerin iç yapıları ve moleküllerin tümü, karakteristik "titreşim kalıplarına" sahiptir. Hücreleri kapsayan ve hücreler arası boşluğa uzanan iskelet yapının da farklı bir titreşim yapısı vardır. Hücre çekirdeği, "nükleer matris", sitoplazma "hücre iskeleti" ve hücre dışı boşluk "ekstrasellüler matris" denilen üç kısım, birbirleri ile ilişki halindedir ve sürekli olarak titreşimsel enerji faaliyeti sergilerler. Matris lifleri boyunca ilerleyen titreşimlerin artış ve azalışları hücre içi iletişim sistemi olarak işlev görür.
Bu bulguların ışığında, bedendeki her hücrenin, dış çevreden gelen titreşimsel frekanslardaki değişimlere yanıt vermesi olasılığı son derece yüksektir. Müziğin, tanımlanamayan bazı özelliklerini sergileyerek yırtıcı bir hayvanı sakinleştirmesi, hayvandaki her hücrenin matris ve DNA'sının titreşim kalıplarını değiştirmesi ile gerçekleşmektedir diyebiliriz. Normal hücrelerin tümünden farklı bir titreşime sahip kanser hücresinin de benzer yolla etkilenmesi ve sağlıklı titreşim frekansına kavuşması olasılığı göz ardı edilemez.
Ohio Eyalet Üniversitesinde Prof. Dr. Sharma laboratuarda oluşturulmuş kanser hücrelerine iki tür müzik dinleterek sonuçları inceledi. Doğanın temelinde var olan temel seslerin muhafaza edildiği bazı kadim müziklerin kanser gelişmesini yavaşlattığı görüldü. Sonucun tesadüfi olma ihtimali binde 5 idi. Şiddetli ve kuvvetli ritimler içeren çağdaş bir müzik türü olan "hard-rock"ın ise gelişimi hızlandırdığı çarpıcı bir netlikte ortaya çıktı. Bu sonucun tesadüfiliği ise yüzde üçten daha düşüktü..
Müzik tarafından çevrede oluşan dış titreşimlerin moleküler düzeydeki iç titreşimleri değişikliğe uğrattığı hemen hemen kesindir. Giderek, müziğin melodik ve ritmik yapısı limbik sistem tarafından metabolize edilerek, nörokimyasal maddeler ve hormonlar aracılığı ile bedeni yenileyen bir şelaleye dönüşebilmektedir.
Sesin ve müziğin analizinden elde edilen sonuçların insan hayatını ne denli etkilediği ortadadır. Genel tanımı ile bir enerji türevi olan sesin bizi en çok etkilediği alanlar ise mimar eli deymiş olan, yani kurgulanmış iç ve dış mekanlardır.
Mekanı üçüncü boyuta taşıyan, algılarımızı güçlendiren, sağlığımızı doğrudan etkileyen, mesafeleri duyumsatan sesi ustaca kullanmak "usta mimarlıktır". Seslerin insan üzerindeki, hücrelerimizdeki olumlu, olumsuz etkilerini bilerek, oluştuğu veya oluşabileceği mekanlara bilinçle şekil verebilirsek, işte bu da "bilge mimarlık" olacaktır.
ALINTIDIR...
*******
Nefessiz kaç dakika dayanabilirsiniz ?
Dünya rekorunu elinde bulunduran Tom Sietas'in derecesi 8 dakika 47 saniye.Ben, 2 dakika dahi nefesimi zor tutabiliyorum.Günlük yaşamımızda çoğu zaman nefes aldığımızın farkında değiliz.Ama nefes almak yaşamımızda en önemli eylemlerden biri.Nefes ile içimize çektiğimiz hava,nefesi verirken çıkardığımız ses,kalbimizin ritmik atışları hepsi bütünü tamamlayan parçalar.
Bütündeki yerimizi günlük yaşamda anlamaya çalışırken doğal ritmimizden sessizce uzaklaşır ve dengeyi unuturuz. Ritmin doğamızda var olduğunu biliyoruz ama bu kendini bilmez bir vuruş değil. Yogi Harinam Baba Prem Tom Beal; "Ritim, içinde niyeti barındırmak zorundadır. Eğer niyet yoksa nabız atışı gibi kendini sürekli yineler" diyor. Bildiğiniz gibi kadim öğretilerde nefes almak öğrenilmesi gereken ilk eylemdir. İşte bu yüzünden yoga üstadları ve meditasyoncular önce düzenli ve derin nefes alma teknikleri üzerinde çalışırlar. Derin ve düzenli nefes alma, vücudun ritmini dengeler ve beyin, ruh & bedene odaklanır. Bir süre sonra da alfa bandına geçiş yapar.
Yaşamımızda ki diğer önemli ritm, kalbimizin atışıdır. Kalbimizin biyoritmi bir metronoma benzetilir. Sürekli vücudumuza kan pompalamakla meşgul olan kalbimizin çıkardığı ses; lab dab lab dab gibi bir şey. Duygusal olarak heyecanlandığımızda ise kalbin atışında ritim değişir. Aslında bunu beynimiz yapar ve bütün duygusal değişimleri kalbe aktarır. Sevinçli olmak,mutlu olup heyecanlanmak hoş, ama üzüntü, stress oldu mü beyninizi salım tutmak gerekiyor sanırım. Aman kalbiniz, bir vurusu kaçırıp ritmi bozmasın - önem verilmezse hastalığa yol açabilir. Bu yüzden niyeti sağlam,nefesi derin, zaman zaman kendine odaklanmak,"normale" dönmek gerekir.
Ne ilginçtir ki davul üstadları, davulun vuruşlarıyla, kalbi senkronize ederler. Geçenlerde tanıştığım Brezilyalı davulcu arkadaş ,davul çalmak istiyorsam, kalbimin ritmini dinlemem gerektiğini söyledi. Davul,insanoğlunun keşfettiği ilk müzik aletlerinden biri. İlk dini figür ve şifacı olan Şamanların bildiğiniz gibi, en önemli aleti davullarıdır. Davul, Şamanı transa geçirir,onu başka boyutlara çıkarır, ruhlarla konuşmasını sağlar ve şifa verir. Şamanlar için davul, hem müzik aletidir; hem de evrenin sembolü olarak kullanılır. Afrika'daki cadı doktorlar da, belli frekanslarda ki davul vuruşunun, ateşi düşüreceğini ve diğer belirtileri iyileştireceğini binlerce yıldır biliyorlar. Batı Afrika davulu olan djembe özellikle şifa ayinleri için kullanılır. Müzik terapi ile ilgilenenler, davulun yarattığı resonansın şifa özellikleri olduğunu iddia ediyorlar. Güçlü davulların arasında kaldığımızda, davulların sesi vücudumuzda resonans yaratır. Davulun vuruşları, vücudumuzun her hücresine kadar etki eder ve bilinç durumumuzu değiştirir. Son yapılan araştırmaların sonucuna göre göre bu theta bilinç durumudur.
Diğer önemli müzik aleti ise, ilahı sesi olan ney'dir. İnsana en yakın olan müzik aleti diye bilinir. Ney'de, direk hava ile bedenin bütünleştiğini görürüz. Ney'in, Sufi geleneğinde yeri nefes ile direk ilgilidir. Nefes, bilinçten yanı Allah'tan gelen havadır ve herşeye akar. Ney'in Mevlevilik'te de önemli bir yeri vardır. Mevlana'ya göre müzik Allah'in dilidir. Müzik manevi temizlenmeye, ferahlamaya ve yücelmeye yardım eder. Ruhu temizler ve tedavi eder. Gerçek müzik insana hayvanı hisleri hatırlatmak söyle dursun O'na "sonsuz varlığı" hatırlatır, sezdirir. Bunda en etkili ses ise ney şadasıdır. Bildiğiniz gibi Mevlevilikte Sema geleneği vardır. Sema'nın sözlük anlamı; işitmek, dünyasal herşeyi bırakıp dinlemektir. Terim olarak, dinsel müziği dinlerken vecde gelip hareket etmek, kendinden geçip dönmektir. Sema geleneğinde 7 bölüm var ve ilk üç bölüme kısaca değinmek istiyorum:
1- Ellerini çapraz olarak kavuşmuş semavenin duruşu Bir'lığı sembolize eder.Semaven ellerini açar ve sağ el yukarı doğru uzanır. Allah'in hayrı üzerine olsun ve sol eli dünyaya uzanır.Aşk olsun.
2- Allah'in yaratılışı buyurmasıdır.Allah "OL'" der.Ve bu davul sesiyle sembolize edilir.(Davulun "yaratilis"bölümünde kullanılışı gerçekten ilginç.)
3- Ney'in taksimi başlar.Bu herşeye yaşam veren nefesi temsil eder.
Şemazenler kendi etrafında dönerek transa geçerler.Bu trans halindeki beyin dalgalarını ölçen oldu mü bilmiyorum ama theta bandına yakın oldukları söylemek yanlış olmaz.
Ney'e göre teknik ve yapı olarak çok farklılıklar göstermesine rağmen Avustralya'da yaşayan Aboriginlerin, Didgeridoo'sundan sözetmeden geçmek olmaz. Didgeridoo en eski müzik aletlerinden biridir. Aboriginler aslında doğa insanlarıdır ve doğanın seslerini dinlemeyi severler. İşte doğanın bu seslerini en yakın çıkarabilen müzik aleti Didgeridoo'dur. Değişik bir nefes tekniğiyle(circular breathing) havanın sürekli dolaşmasıyla sesin devamlılığı sağlanır.Bu aletten çıkan derin bir ses olup,bu sesin içindeki ritimler ve armonik yapı çok zengindir.Tibetlilerin derin vokaline benzetilir.
Tibet'li Lama Je Tzong Şenge, bir gün (yıl 1433), etkileyici bir rüyadan uyandı. Rüyasında öyle bir ses duydu ki bu dünyada ona benzer bir ses daha duymamıştı. Çok derinden gelen, düşük frekanslı bir sesti. Bir insan sesinden çok, bir hayvanın homurtusuna benziyordu. Bu sesin yanında, ilk sese uyarlanmış ikinci bir ses daha vardı. Bu ses daha yüksek frekansta ve temizdi. Sanki bir çocuğun şarkı söylemesi gibiydi. Rüyasında bu iki farklı ses, aynı kaynaktan geliyordu. Bu kaynak ise ta kendisiydi. Tibet'li Lama rüyasını söyle yorumladı; Bu rüyada O'na, erkek ve kadın enerjilerini ifade edecek dini şarkı tekniği öğretilmişti. Ertesi sabah günlük dualarına başladığında bu sesi çıkarttı ve diğer monklara da öğretti. O yıl Tibet Lhasa'da, Gyüme Tantrik manastırı kuruldu. Bu rüyada duyulan şarkı tekniği, gırtlak vokalidir. Armonik yapıda, gırtlaktan şarkı söylemektir. Bazı araştırmacılara göre ise; bu rüya anlatımı etkileyici bir hikayedir ama, gırtlak vokaiı Moğolistan'da önceden bilinir ve Şamanlar tarafından uygulanan bir tekniktir. Ayrıca geleneksel armonik şarkı söyleme geleneği bir çok kültürde de vardır.
Gırtlak vokali, insanın vokal cihazı tarafından yaratılan armonik frekansların, havanın yardımıyla, ağzın rezonansına ayar yaparak yapılır. Bu açıklamadan ben de pek bir şey anlamadım merak etmeyin. Anlamak için bu tarz vokali dinlemek gerekiyor. Genellikle gırtlak vokalinde yaratılan sesler, alçak, pes humlar ve yüksek perdede flüte benzeyen melodilerdir. Moğolistan'da "Hoomi" adı verilen gırtlak vokalı ile Tibetli rahiplerin "one çord" vokalleri karşılaştırıldığında; Moğolistan'daki vokalin çok düşük temel perdeden ve derinden gelen bir rezonans ile söylenildiği görülür. Budizmden önce Tibet'te Bon diye bilinen şaman geleneği vardı. Bon dini şarkıları geleneği üzerine çok az bilgi olmasına rağmen, Moğolistan'daki şamanların geleneğine yakın olduğu sanılıyor.
Müzik insanoğlunun duygu ve düşüncelerini en iyi aktarabildiği bir araçtır. Derinden bizi yakalar ve bedenimizle oynaşır. Söz ise özellikle sesli harfleriyle enerjisini çevresine yayar ve canlılarla etkileşir. Öyle ki ağzımızdan çıkan her söz, havaya ses dalgasını yayıyor. Bu bağlamda sözün bedenimizde ve diğer bedenlerde rezonans yarattığını söyleyebilirim. Sözün içinde de niyet olması gerekiyor. Yani enerjisinin yoğunluğu önemli. Duygusal farklılıklar değişik enerjileri ortaya çıkarıyor. Örneğin üzüntülü-kızgın ya da sevinçli &mutlu hallerimizin enerjisi çok farklıdır.
İşte niyetin ve dinsel şarkıların canlılar üzerinde etkisini merak eden araştırmacılar ilginç sonuçlarla ortaya çıkıyorlar. Bunlardan biri; Japon Masuru Emoto. Kendisi şu moleküllerinin ses ve niyetimizden etkilendiğini iddia ediyor. Emoto suyun çeşitli durumlarda fotoğrafını çekmiş ve incelemiş. Temiz suyun kar tanesi gibi göründüğünü, kirlenmiş suyun ise çamur gibi olduğunu fotoğraflamış. Çamurlu suya bir din adamının şarkı söylemesi sonrası, kirlenmiş suyun kendini yenilediğini ve kar tanesi gibi olduğunu iddia ediyor. İnanılmaz! Başka bir bilimsel araştırmaya göre işe; ses dalgalarının, geçtiği maddenin yapısını değiştirdiği kanıtlanmış. Çeşitli elementlerle yapılan deneylerin sonunda ses dalgalarına maruz kalan elementlerin yapısında değişiklikler saptanmış. Şimdi aklıma saatlerdir bilgisayarın hum sesini dinlediğim geldi. Şu an bu yazıyı okurken bilgisayarınızın karşısında maruz kaldığınız düşük frekanslı sesler sizin de yapınızda değişiklik yapabilir. Umarım yazının içeriği bir denge sağlıyordur. 
Neyse; yüzyıllardır bilinen, uygulanan, bizi doğayla ve evren ile bütünleştiren, Bir'lık bilinç durumunu sağlayan heceler var. Bunlara Mantra adını veriyoruz. Mantranın belli frekanslarının bedenimizde yarattığı rezonansın, hücre yenilenmesi yaptığı iddia ediliyor. Mantralar kısaca; uygulayanda değişik amaçlı bir sonuç üreten, bir ses formülüdür. En çok bilinen Mantralar arasında;
OM: Hindu geleneğinden gelen bir Mantradır. Sanskritçe bir sözcüktür. Bütün sesleri içinde barındırdığına inanılır. Bu yüzden "OM herşeydir, OM sonsuzdur" denilir. Tibet Budizminde ise Buddha'nın vücut, akıl ve konuşma üçlemesini temsil eder.Aydınlanmış OLandır. Mesela şimdi OM hecesini 20 30 saniye çekerek sesli söyleyin. Farkettiyseniz OM hecesi vücutta titreşim yaratır.
AH: Dünya üzerinde bir çok Tanrı ve Tanrıça isimlerinde görülür. Bu yüzden AH sesi kutsal bir hecelemedir. Örneğin;Allah. Nefes alıp verişimizde içimize çektiğimiz nefesi dışarı verirken AH sesini çıkartırız. AH sesinin kalp çakrasının sesi olduğu düşünülür.Tibet Budizminde, toplu yapılan meditasyonlarda hecelenen mantralar ile, topluluk birbirlerine ayar yapıp, birbirlerini rezone ederler. Öyle görülüyor ki AH çekerek birbirinin kalp atışı, beyin dalgalarına uyum sağlanabiliniyor.
HU: Tanrı'nın evrensel adı olarak biliniyor. Ülkemizde de HU çekme bilinen bir mantradir. Doğaya çok yakın bir ses olduğunu söyleyebiliriz. Suyun akışı, flütün sesi,rüzgarın ağaçları sallarken çıkardığı seslere çok yakın gerçekten.
Sözden müziğin titreşimlerine gelirsek, Himalayalar'da binlerce yıldır bir müzik aletinden çok meditasyon ve şifa için kullanılan Tibet çanakları (Tibetian bowls) ve canları duymuşsunuzdur. Şimdilerde müzik terapi merkezlerinde bu çanaklar ve çanlar vazgeçilmez aletler olmuş. Çanaklar geleneksel olarak 7 metalden yapılır ve bedenin enerji merkezlerini (cakralar) aktive ettiğine inanılır. Kötü enerjiyi temizlediği ve derin meditasyon (theta) getirerek şifa ve Birliği sağladığı iddia ediliyor.
Dr Mitchell Gaynor, (director of Medical Oncology and Integratıve Medicine at the Cornell Cancer Prevention Center in NY), ses terapisini, Tibet çanaklarını, kristal canakları, dinsel şarkıları, mantraları, kanserli hastalar üzerinde uzun yıllardır kullanıyor. Dr Gaynor'a göre; "Eğer sesin titreşim olduğunu kabul ediyorsak, o zaman titreşimin fiziksel oluşumumuzun her parçasına etki ettiğini kabul etmemiz gerekiyor. Sadece kulaklarımızdan deği,l hücrelerimizden de algılıyoruz. Sesin fiziksel düzeyde şifa verdiğine bir neden derinden bize dokunması ve bizi duygusal ve ruhsal anlamda transforme edebilmesidir "diyor. Dr Mitchell Gaynor'un ses titreşimleri üzerine yaptığı araştırmaların sonucunda; çanaklar, kanser hücrelerinde bulunan ritimsiz hareketlere etki ediyor ve uyumlu transformasyon sağlıyor. Diğer bir araştırma ise California üniversitesi İnsan Bilimleri Enstitisü'nden geliyor. Bilim adamları Voyager 1 ve 2'nin kayıtlarını incelerken, Uranus'un halkaları tarafından üretilen seslerin gerçekte Tibet çanakları tarafından üretilen seslere yakın olduğunu keşfederler. Jüpiter'den çıkan sesler, yüksek frekanslı yunus balığının seslerine çok yakındır. Araştırmacılar kozmik titreşimlerin düzene girmeyi ve hücresel iyileşmeyi stumüle ettiğini söylüyorlar. Tibet çanakları rüya çalışmalarında deneklerin rahatlaması için kullanılıyor. Çanakların titreşiminin eski davranışların kırdığı ve yenilediği ileri sürülüyor.
Şimdi ilginç bir görüşe gelmek istiyorum: Bir astro-seismoloji uzmanı olan Prof. Kurtz 'a göre; bütün bu dünyasal sesler; davul,tibet çanakları vs. aslında dünyasal olmayan kaynaktan meydana gelirler.
Prof. Kurtz; "Seismoloji bizim objelerin içindeki titreşimleri incelememize izin verir. Biz bunu uzun yıllardır dünyada yapıyoruz. Mesela büyük bir depremden sonra dünya çan gibi çınlar ve ses dalgalarının nasıl dünyada dolaştığını, yol aldığını inceleyerek deprem hakkında bilgilere ulaşırız. Yakın zamanlarda artık bunu yıldızlara da uygulamaya başladık" diyor. Bu teori aslında Pisagor'a yanı 2500 yıl öncesine gidiyor. Pisagor'a göre evren armoni üzerine kurulmuştur. Yıldızlar, gezegenler dönerken kendilerine özgü bir hum sesi çıkarır ve her gezegenin kendi müziği vardır. Bu müzik sadece Tanrıların ya da ölümsüzlerin dinleyebileceği bir iletidedir. Pisagor'a göre her 7 gezegen kendi notasını merkeze uzaklığına göre -ki bu dünyadır- üretir ve bu müzik her yerdedir (music of spheres, kürelerin müziği). Pisagor'a göre farklı müzik modları farklı insanlara farklı biçimde etki eder. Bununla ilgili ilk çalışmalar bildiğiniz gibi ilk müzik terapi merkezi olan Bergama'da uygulanmıştır.
Belki Pisagor haklıydı! Gerçekten de evrendeki herşeyin kendi müziği var. Daha geçenlerde Perseus galaksi kümesinin notası keşfedildi. Perseus kümesinde, ses dalgaları kara delikteki aktivideki patlamalardan meydana geliyor ve Perseus galaksi kümesi çınlıyor, yankılanıyor. Astronomların anladığına göre, bu bilinmeyen ses dalgaları kümeyi çok sıcak bir gaz olarak tutan enerjinin de kaynağı. Peki Perseus kümesinin nota değeri ne? Ses dalgalarının en yüksek olduğu nokta ile sesin hızını ölçüt alarak yapılan ortalama hesaplara göre kozmik nota; B flat'in 57 oktav altındaki orta C'nin üstünde bir yerlere denk geliyor.
Bence de evrendeki herşey titreşiyor ve kendi ses değeri var. Bizim için önemli olan ise yaşamımızı, kendimizin ve yaşadığımız doğanın seslerinin farkında olarak yaşamak.
(Yazan :Nalan Warren)
ALINTIDIR...
|
Bugün 1 ziyaretçi (3 klik) kişi burdaydı!
|
|
|
|